“Bir toplumda rüyada görülenlerle yaşananlar arasında bir fark yoksa oranın adı Uyku Ülkesi'dir.”
Uyku Ülkesi tüm zamanlar için yazılmış bir roman. Tıpkı rüyaların zamansız olması gibi. Yazar bu romanda Doktor Sevda Kül'ün rüyalarıyla karışan ve bir kâbustan farksız görünen yaşamını anlatıyor. Orhan Kemal Roman Ödülü, Ankara Üniversitesi Roman Ödülü ve Notre-Dame de Sion Edebiyat Ödülü sahibi Gürsel Korat, Uyku Ülkesi'nde gerçek ile düşü harmanlayarak yirmi birinci yüzyılın distopyasını ortaya koyuyor. Rüya bu ya, Eski İstanbul suyun altında yaşamayı sürdürüyordu. Sayısız otomobil Sirkeci Garı yönünde ilerliyor, araba vapuruyla Harem'e gidecek olanlar ise iskelede sıraya giriyordu. Tramvaylar farlarını yakmış boğuk boğuk tınlıyor, kâğıt toplayıcıları, seyyar tatlıcılar ve turşucular arabalarını itiyordu. Mısır Çarşısı'nın ışıl ışıl olduğunu, altın dolu vitrinler önünde balıkların yüzdüğünü hissedebiliyordum. Yeni Cami önündeki güvercinler, vatoz balığını andırarak kanat çırpıyor, motorların bacasından çıkan dumanlar, denizin içinden yukarılara doğru bir suluboya izi gibi yükseliyordu.
“Bir toplumda rüyada görülenlerle yaşananlar arasında bir fark yoksa oranın adı Uyku Ülkesi'dir.”
Uyku Ülkesi tüm zamanlar için yazılmış bir roman. Tıpkı rüyaların zamansız olması gibi. Yazar bu romanda Doktor Sevda Kül'ün rüyalarıyla karışan ve bir kâbustan farksız görünen yaşamını anlatıyor. Orhan Kemal Roman Ödülü, Ankara Üniversitesi Roman Ödülü ve Notre-Dame de Sion Edebiyat Ödülü sahibi Gürsel Korat, Uyku Ülkesi'nde gerçek ile düşü harmanlayarak yirmi birinci yüzyılın distopyasını ortaya koyuyor. Rüya bu ya, Eski İstanbul suyun altında yaşamayı sürdürüyordu. Sayısız otomobil Sirkeci Garı yönünde ilerliyor, araba vapuruyla Harem'e gidecek olanlar ise iskelede sıraya giriyordu. Tramvaylar farlarını yakmış boğuk boğuk tınlıyor, kâğıt toplayıcıları, seyyar tatlıcılar ve turşucular arabalarını itiyordu. Mısır Çarşısı'nın ışıl ışıl olduğunu, altın dolu vitrinler önünde balıkların yüzdüğünü hissedebiliyordum. Yeni Cami önündeki güvercinler, vatoz balığını andırarak kanat çırpıyor, motorların bacasından çıkan dumanlar, denizin içinden yukarılara doğru bir suluboya izi gibi yükseliyordu.