Yüzyıllardır Kafkasya sahasında yaşam sürdüren Kürtler için şüphesiz 1917 yılı bir "annus mirabilisti." Yani muhteşem bir yıl imgesi yaratmıştı. Özellikle "gıllet" çeken Kürt kesimi açısından adeta bir dönüm noktasıydı. Rusların çok kere kullandığı bir atasözünde olduğu gibi kurabiye dolusu kamyon Kürtlerin sokağına da yönelmişti. Çarlığın demir ökçesi altında ezilen bir halk olarak Ekim Devrimi`ni sevinçle karşılamıştı. Devrim, her bireyde olduğu gibi yoksul Kürt köylüsü ve işçisinin nazarında da bir "çare-i halas" olmuştu.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkıyla daha fazla umutlanan ve devrimle arasındaki "rabıtayı" güçlendiren Kürtler, 1920`li yıllarda sokaklarına gelen kamyonun kurabiyelerini afiyetle yemeye başladılar. Bu dönemin sihirli sözcüğü "korenizatsiya", yani “yerlileştirme” idi. Sovyet yönetimi bu politikayla farklı etnisitelerde bir "aidiyet duygusu" yaratmaya çalışmıştı. Çarlık döneminin "mezmum" vatandaşı, yerini "makbul" vatandaşa bırakır gibiydi. Yine bu yıllarda başlatılan Latinizasyon politikası, etnik kimliklerin aidiyet duygusunu daha da kamçılamıştı.
1930`lu yıllar ise tamamen farklı bir mizansene döndü. Düzenli çalan çanın içinde otlar birikmeye başladı. "Apparatus", devrim rayından kopmaya yüz tutmuştu. Bu dönemin alamet-i farikası "Ruslaştırma" olmuştu. 1920’li yılların Latinizasyonu yerini "Kirilleştirme" siyasetine bırakmıştı. Lenin`in "devlet varsa özgürlük yoktur" aforizması bu yıllarda zihinleri oldukça meşgul etmişti. Bütün bu paradigma değişimi kuşkusuz Kürt halkını da derinden etkilemişti. Bu çalışmada Kürtlerin sosyalist inşa sürecinde (1917-1937) edindiği kazanımlar, maruz kaldığı zorluklar ve yaşadığı deneyimler ekseriyette Rusça kaynaklar ışığında tahlil edilmektedir.
Yüzyıllardır Kafkasya sahasında yaşam sürdüren Kürtler için şüphesiz 1917 yılı bir "annus mirabilisti." Yani muhteşem bir yıl imgesi yaratmıştı. Özellikle "gıllet" çeken Kürt kesimi açısından adeta bir dönüm noktasıydı. Rusların çok kere kullandığı bir atasözünde olduğu gibi kurabiye dolusu kamyon Kürtlerin sokağına da yönelmişti. Çarlığın demir ökçesi altında ezilen bir halk olarak Ekim Devrimi`ni sevinçle karşılamıştı. Devrim, her bireyde olduğu gibi yoksul Kürt köylüsü ve işçisinin nazarında da bir "çare-i halas" olmuştu.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkıyla daha fazla umutlanan ve devrimle arasındaki "rabıtayı" güçlendiren Kürtler, 1920`li yıllarda sokaklarına gelen kamyonun kurabiyelerini afiyetle yemeye başladılar. Bu dönemin sihirli sözcüğü "korenizatsiya", yani “yerlileştirme” idi. Sovyet yönetimi bu politikayla farklı etnisitelerde bir "aidiyet duygusu" yaratmaya çalışmıştı. Çarlık döneminin "mezmum" vatandaşı, yerini "makbul" vatandaşa bırakır gibiydi. Yine bu yıllarda başlatılan Latinizasyon politikası, etnik kimliklerin aidiyet duygusunu daha da kamçılamıştı.
1930`lu yıllar ise tamamen farklı bir mizansene döndü. Düzenli çalan çanın içinde otlar birikmeye başladı. "Apparatus", devrim rayından kopmaya yüz tutmuştu. Bu dönemin alamet-i farikası "Ruslaştırma" olmuştu. 1920’li yılların Latinizasyonu yerini "Kirilleştirme" siyasetine bırakmıştı. Lenin`in "devlet varsa özgürlük yoktur" aforizması bu yıllarda zihinleri oldukça meşgul etmişti. Bütün bu paradigma değişimi kuşkusuz Kürt halkını da derinden etkilemişti. Bu çalışmada Kürtlerin sosyalist inşa sürecinde (1917-1937) edindiği kazanımlar, maruz kaldığı zorluklar ve yaşadığı deneyimler ekseriyette Rusça kaynaklar ışığında tahlil edilmektedir.