“İnsanın yaradılışında doğuştan getirdiği bir eksiklik var. İnsan bunun farkında ve bir ömür bunu telafi etmeye çalışıyor. Yorgunluğumuz, bezginliğimiz bundan. Kırgınlığımız, küskünlüğümüz bundan. İşin tuhafı umutlarımız da buradan doğuyor. Aynamız yalnızca kendimizi gösterdiğinde, kaçıp kurtulmamız gerektiğini biliriz. Ama yetersizlik de büyüler insanı. Orada öylece durup artık tek bir özellik bile ekleyemeyeceğimiz yoksul benliğimize bakarız. Bir parça akıl, ne bileyim derinlik, aşk, duygu, yetenek ısmarlayamayacağımız bedeli çoktan ödenmiş varlığımız bizi bekler, bizi kuşatır, bizi bırakmaz. Kendimize dair köleliğimiz çok eskidir, insan azat edilme beklentisiyle doğar. Kıta, ülke, aile, cinsiyet, dil, din, deri, kaş, göz, burun ve hatta yaşadığımız şehir... Seçimin değil, belirsiz bir nedenin bizi attığı yerler. Kuşun gagasına yapışan tohumun bir toprak parçasına düşüvermesi kadar belirsiz, akıl zincirinden kopuk.”
“İnsanın yaradılışında doğuştan getirdiği bir eksiklik var. İnsan bunun farkında ve bir ömür bunu telafi etmeye çalışıyor. Yorgunluğumuz, bezginliğimiz bundan. Kırgınlığımız, küskünlüğümüz bundan. İşin tuhafı umutlarımız da buradan doğuyor. Aynamız yalnızca kendimizi gösterdiğinde, kaçıp kurtulmamız gerektiğini biliriz. Ama yetersizlik de büyüler insanı. Orada öylece durup artık tek bir özellik bile ekleyemeyeceğimiz yoksul benliğimize bakarız. Bir parça akıl, ne bileyim derinlik, aşk, duygu, yetenek ısmarlayamayacağımız bedeli çoktan ödenmiş varlığımız bizi bekler, bizi kuşatır, bizi bırakmaz. Kendimize dair köleliğimiz çok eskidir, insan azat edilme beklentisiyle doğar. Kıta, ülke, aile, cinsiyet, dil, din, deri, kaş, göz, burun ve hatta yaşadığımız şehir... Seçimin değil, belirsiz bir nedenin bizi attığı yerler. Kuşun gagasına yapışan tohumun bir toprak parçasına düşüvermesi kadar belirsiz, akıl zincirinden kopuk.”