“Beklemek, bir şeyin yoluna ve haline girmesini beklemek,
beklerken olacak olanın olması için gereken her türlü başka hale
geçişlere, kalışlara tahammül etmek ne zor şeydi. Başı da, ortayı
da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. Tanrı'nın
da yaptığı bu muydu? Baş, orta, son belli, helak kaçınılmaz,
ancak önemli olan o zamanı geçirmek, o zamandan geçmek.
Ve geldiğinde gelmemiş gibi, bilmemiş gibi, yaşamamış gibi
gelmek, rüyayı görüp uyanmak ve ‘Neyse rüyaymış,' demek
ve aynı yerden uyumaya devam etmek. Yaşamaya da, ölmeye
de yazık. Bu ölüm için yaşamaya, bu yaşamak için ölmeye
yazık.
Mezarlıklara, servilere, süsenlere, nisan sonunda açan
katırtırnaklarına, telaşlı karıncanın adımlarına yazık, mezar
taşına konup da bağıran karganın sesine yazık, ölüme ağlayan
şaire, yaşam var zanneden filozofun nefesine yazık, şen
taklalarla ilk senelerinde koşup zıplayan, ağaçlara tırmanırken
seyredilip seyredilmediğini kontrol eden kedinin tırnaklarına
yazık, ağdaki balığa, lokantada onu bekleyen anguta, önce ön iki
ayağını sonra arkadakileri ovuşturup bu hareketinden büyük kâr
ve kisve uman karasineğe yazık, hortumunu sallayan koca file,
sanatlı sıçrayışı ile dahi boşluğu dolduramayan yunusa yazık,
grafon kâğıdından gelincik ve petunyalara, en pürüzsüz çakıl
taşına, kum olmuş zavallıya, sağdan sağdan yürüyen eşeğin
inadına, yol kenarlarındaki ısınmış dikenlere, kozalağın içindeki
fıstığa, duvara yapışmış yosuna yazık, bu topu binyıllardır çevirip
duran sema-i muğlâka, titreyen kanatlara, açılan göğe ve onun
katmanlarına, havanın, suyun olduğu, olmadığı yerlere yazık.”
“Beklemek, bir şeyin yoluna ve haline girmesini beklemek,
beklerken olacak olanın olması için gereken her türlü başka hale
geçişlere, kalışlara tahammül etmek ne zor şeydi. Başı da, ortayı
da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. Tanrı'nın
da yaptığı bu muydu? Baş, orta, son belli, helak kaçınılmaz,
ancak önemli olan o zamanı geçirmek, o zamandan geçmek.
Ve geldiğinde gelmemiş gibi, bilmemiş gibi, yaşamamış gibi
gelmek, rüyayı görüp uyanmak ve ‘Neyse rüyaymış,' demek
ve aynı yerden uyumaya devam etmek. Yaşamaya da, ölmeye
de yazık. Bu ölüm için yaşamaya, bu yaşamak için ölmeye
yazık.
Mezarlıklara, servilere, süsenlere, nisan sonunda açan
katırtırnaklarına, telaşlı karıncanın adımlarına yazık, mezar
taşına konup da bağıran karganın sesine yazık, ölüme ağlayan
şaire, yaşam var zanneden filozofun nefesine yazık, şen
taklalarla ilk senelerinde koşup zıplayan, ağaçlara tırmanırken
seyredilip seyredilmediğini kontrol eden kedinin tırnaklarına
yazık, ağdaki balığa, lokantada onu bekleyen anguta, önce ön iki
ayağını sonra arkadakileri ovuşturup bu hareketinden büyük kâr
ve kisve uman karasineğe yazık, hortumunu sallayan koca file,
sanatlı sıçrayışı ile dahi boşluğu dolduramayan yunusa yazık,
grafon kâğıdından gelincik ve petunyalara, en pürüzsüz çakıl
taşına, kum olmuş zavallıya, sağdan sağdan yürüyen eşeğin
inadına, yol kenarlarındaki ısınmış dikenlere, kozalağın içindeki
fıstığa, duvara yapışmış yosuna yazık, bu topu binyıllardır çevirip
duran sema-i muğlâka, titreyen kanatlara, açılan göğe ve onun
katmanlarına, havanın, suyun olduğu, olmadığı yerlere yazık.”