1864 Sürgünü'yle Osmanlı ülkesine saçılan Çerkeslerin hikâyelerini anlatıyor bu kitap. Değişik coğrafyalarda, farklı tecrübelerden, başka başka cenderelerden geçmiş insanların hikâyelerini anlatıyor. “Çerkeslik” kimliği ve kaderi altında ortaklaşan ama aynı zamanda ayrılan yollar… Mazlumluk ve muktedir olanla özdeşleşme… Kimlik gururu ve “Kafkas Türkü” olarak asimilasyon… Hafızadan silinmeyen Kafkasya ve yeni vatanlar… “Türk ırkının necip güzelliğini” temsil eden “Çerkes prensesi” Keriman hanımdan, Çerkescesi tek kelimeden ibaret olana… “Köle”den “at hırsızı”na… “Ermeni yetimi” tutandan, “devletine hayırlı bir asker” olana… Her biri bir roman nüvesi barındıran “münferit” hayat hikâyeleri bir halkın gerçekliğinin farklı yüzlerine mercek tutuyor.
“Uzun Çerkeskası açlıktan zayıflamış vücudunu örtmeye yetse de garipliğini saklayamıyordu. Belki bir at hırsızı, bir dağlı çoban, ya da bir asi köleydi… (…) İsmini sorduğumda, acı bir tebessümle ‘Nıbjoğ,' demiştin bana. ‘Ne önemi vardı bu kızıl kıyamette ismin, soyun, sülalenin. Bizden geriye bir tek bu şanlı kelime kalacak,' demiştin. Sen Nıbjoğ, ben Nıbjoğ, tüm isyankâr dağlılar artık tek bir ruh, tek bir isimdik.”
1864 Sürgünü'yle Osmanlı ülkesine saçılan Çerkeslerin hikâyelerini anlatıyor bu kitap. Değişik coğrafyalarda, farklı tecrübelerden, başka başka cenderelerden geçmiş insanların hikâyelerini anlatıyor. “Çerkeslik” kimliği ve kaderi altında ortaklaşan ama aynı zamanda ayrılan yollar… Mazlumluk ve muktedir olanla özdeşleşme… Kimlik gururu ve “Kafkas Türkü” olarak asimilasyon… Hafızadan silinmeyen Kafkasya ve yeni vatanlar… “Türk ırkının necip güzelliğini” temsil eden “Çerkes prensesi” Keriman hanımdan, Çerkescesi tek kelimeden ibaret olana… “Köle”den “at hırsızı”na… “Ermeni yetimi” tutandan, “devletine hayırlı bir asker” olana… Her biri bir roman nüvesi barındıran “münferit” hayat hikâyeleri bir halkın gerçekliğinin farklı yüzlerine mercek tutuyor.
“Uzun Çerkeskası açlıktan zayıflamış vücudunu örtmeye yetse de garipliğini saklayamıyordu. Belki bir at hırsızı, bir dağlı çoban, ya da bir asi köleydi… (…) İsmini sorduğumda, acı bir tebessümle ‘Nıbjoğ,' demiştin bana. ‘Ne önemi vardı bu kızıl kıyamette ismin, soyun, sülalenin. Bizden geriye bir tek bu şanlı kelime kalacak,' demiştin. Sen Nıbjoğ, ben Nıbjoğ, tüm isyankâr dağlılar artık tek bir ruh, tek bir isimdik.”