Zahireddin Muhammed Babur, şehzade ve padişah, "kafirleri hunharca katleden" efendimiz, oğlu hayatta kalsın diye kendini Allah'a kurban veren sevgili kul, tabiata aşık şair, kendini adamış vakanüvis, fatih ve fatin hükümdarımız, söyleyin siz kimsiniz...?
Bu sorunun yanıtına ulaşmak için hala Afganistan, Pakistan ve Hindistan coğrafyasında anlatılan büyük bir imparatora, gönül koymuş bir mümine ya da tapınakları yıkan, terör estiren bir despota dair söylencelerden başka bir kaynağa bakmak gerekir. Bu kaynak Babur'un bizzat kaleme aldığı ve İslam edebiyatında hatırat türünün ilk örneği olan kendi koyduğu adıyla Vekayi, daha sonra yaygın kabul gören adıyla Baburname'dir. Kişisel hayatını, yaptığı savaşlar, gördüğü yerler ve telkinler ve sevinçlerin ayrıntılı tasviriyle birlikte samimi ve teferruatlı bir biçimde sunar bu hatıratta. Baburname dünya literatüründe Augustinus'un İtirafları'yla yan yana anılan, "tarih"ten ziyade hayatı kaydetme çabası olan ve onbeşinci yüzyıl sonu onaltıncı yüzyıl başında yaşadığı coğrafyada hayatın nasıl olduğuna dair canlı ve keyif veren bir eserdir.
Babur, 1483'ten 1530'a kadar süren hayatını, padişah olduğu 1494 yılından başlayarak ölümüne dek Çağatay Türkçesiyle kaleme aldığı hatıratına nakşetmiştir. Ona böylesi bir hatırat yazma esinini neyin verdiğini, hatta çevresindeki insanlara hatırat yazmalarını telkin etmesinin ardında yatan ulvi ve kavli amacı bilemeyiz? Ancak bilebildiğimiz ve önünde saygıyla eğileceğimiz tek şey elimizde kalan bu kıymetli, gerçeğe adanmış ve önyargılardan uzak metindir - ki yazarımız da bize çağların ötesinden açıksözlülükle seslenir:
"Bunları yazmaktaki amacım şikayet değil, gerçekleri söylemektir; bu söylenenlerdeki amaç kendimi tarif değil, gerçekleşmiş olanları beyan etmektir. Burada böylece her sözün doğrusunu ve her işin olduğu gibi yazılması gerekli sayıldığı için şüphesiz ki, baba ve büyük kardeşten iyi ve kötü ne duyulup görülmüşse onları söyledim, akraba ve yabancıdan da ne kusur veya meziyet görülmüşse onları yazdım. Okuyan mazur görsün, işitenler de kınamasın."
Zahireddin Muhammed Babur, şehzade ve padişah, "kafirleri hunharca katleden" efendimiz, oğlu hayatta kalsın diye kendini Allah'a kurban veren sevgili kul, tabiata aşık şair, kendini adamış vakanüvis, fatih ve fatin hükümdarımız, söyleyin siz kimsiniz...?
Bu sorunun yanıtına ulaşmak için hala Afganistan, Pakistan ve Hindistan coğrafyasında anlatılan büyük bir imparatora, gönül koymuş bir mümine ya da tapınakları yıkan, terör estiren bir despota dair söylencelerden başka bir kaynağa bakmak gerekir. Bu kaynak Babur'un bizzat kaleme aldığı ve İslam edebiyatında hatırat türünün ilk örneği olan kendi koyduğu adıyla Vekayi, daha sonra yaygın kabul gören adıyla Baburname'dir. Kişisel hayatını, yaptığı savaşlar, gördüğü yerler ve telkinler ve sevinçlerin ayrıntılı tasviriyle birlikte samimi ve teferruatlı bir biçimde sunar bu hatıratta. Baburname dünya literatüründe Augustinus'un İtirafları'yla yan yana anılan, "tarih"ten ziyade hayatı kaydetme çabası olan ve onbeşinci yüzyıl sonu onaltıncı yüzyıl başında yaşadığı coğrafyada hayatın nasıl olduğuna dair canlı ve keyif veren bir eserdir.
Babur, 1483'ten 1530'a kadar süren hayatını, padişah olduğu 1494 yılından başlayarak ölümüne dek Çağatay Türkçesiyle kaleme aldığı hatıratına nakşetmiştir. Ona böylesi bir hatırat yazma esinini neyin verdiğini, hatta çevresindeki insanlara hatırat yazmalarını telkin etmesinin ardında yatan ulvi ve kavli amacı bilemeyiz? Ancak bilebildiğimiz ve önünde saygıyla eğileceğimiz tek şey elimizde kalan bu kıymetli, gerçeğe adanmış ve önyargılardan uzak metindir - ki yazarımız da bize çağların ötesinden açıksözlülükle seslenir:
"Bunları yazmaktaki amacım şikayet değil, gerçekleri söylemektir; bu söylenenlerdeki amaç kendimi tarif değil, gerçekleşmiş olanları beyan etmektir. Burada böylece her sözün doğrusunu ve her işin olduğu gibi yazılması gerekli sayıldığı için şüphesiz ki, baba ve büyük kardeşten iyi ve kötü ne duyulup görülmüşse onları söyledim, akraba ve yabancıdan da ne kusur veya meziyet görülmüşse onları yazdım. Okuyan mazur görsün, işitenler de kınamasın."